"Bir nesil, bilginin cezalandırıldığı ve cehaletin saadet olduğunu öğrenerek yetişiyor.
Bir sonraki nesil cahil olduklarını bile bilmeyecek, çünkü bilginin ne olduğunu bilmeyecekler."
-Ursula K. Le Guin
28 Aralık 2013 Cumartesi
26 Aralık 2013 Perşembe
ocağıma dikilen incir ağacı but in a good way
1 Ocak, yeni yılın ilk günü.
5 Ocak, Adana'nın kurtuluşu
6 Ocak, doğumgünüm
7 Ocak, Görkem'in doğumgünü
8 Ocak, Elvis Presley'nin doğumgünü
20 Ocak, Warpaint'in yeni albümünün çıkması
25 Ocak, Dünya Cüzzam Günü (??)
5 Ocak, Adana'nın kurtuluşu
6 Ocak, doğumgünüm
7 Ocak, Görkem'in doğumgünü
8 Ocak, Elvis Presley'nin doğumgünü
20 Ocak, Warpaint'in yeni albümünün çıkması
25 Ocak, Dünya Cüzzam Günü (??)
29 Kasım 2013 Cuma
saatim mi geri kalmış, bilmem.
daha geçenlerde metrodaki başıboş paketin bomba çıkma ihtimali seni heyecanlandırdı.
metronun gelmesine henüz 9 dakika vardı.
anadolu'ya geçer geçmez zamanın bu kadar sünmesi inanılmazdı.
sünmek, olayın içeriğinin aynı kalması şartıyla sadece süresinin uzamasıydı.
---flashback----
az eşyalı şu salon.
kanepede oturmuşsunuz.
ayağının fotoğrafını çekiyor.
ev sahibi arkasını döndüğünde kaçamak birkaç öpücük.
günlerden, aylardan, yıllardan yaz.
birkaç saat önce de yaz yağmuru doğduğunuza pişman etmiş sizi Yıldız Parkı'nda
---flashback---
metrodaki başıboş paket aslında başıboş değildi, bir adam çıkagelip paketin başında dikilmeye başladı.
ne muntazam bir hayal kırıklığı yarappi!
nasıl ya! nasıl bomba olmaz?!
haberlere bile karar vermiştin.
kartal-kadıköy metrosundaki büyük patlama?
kimliği tanınmayacak hale gelen 22 yaşlarındaki kadın cesetin ne hikmetse müzik çaları oldukça tanınacak halde - son dinlediği şarkı Ne Zaman Gitti Tren.
mekanı cennet olsun, çok yazık olmuş.
---flashback---
beyefendinin sesi hayli etkili.
küçük birkaç araştırmadan sonra Mississipi Nehri'nde kaybolmadan hemen önce mırıldandığı, aklındaki tek şarkının "Whole Gotta Love" olduğunu öğreniyorum.
sonra da. boğulmuş işte.
gözlerim faltaşı gibi açılıyor.
ciddi etkileniyorum hikayeden. ölmeden hemen önce dinlediğim şarkıyı herkes bilsin istiyorum.
çünkü. vay canına ya..
---flashback---
9 dakika beklemiştin ya hani.
başıboş paketin sahibi, paketi kucakladığı gibi bindi metroya.
öyle pervasız bir paketin bomba olmaması imkansız.
büyük bir ihtimalle sonraki durakta patlayacak.
elbette ya!
tüm olay çözüme kavuştu.
9 dakika bekledin, o bomba patlayacak!
kafanı kaldırıp, güzegahın yazılı olduğu tabelaya baktın.
böyle detaylara bayılıyorsun.
bir sonraki durağın ismi "Ayrılık Çeşmesi"
BOM!
metronun gelmesine henüz 9 dakika vardı.
anadolu'ya geçer geçmez zamanın bu kadar sünmesi inanılmazdı.
sünmek, olayın içeriğinin aynı kalması şartıyla sadece süresinin uzamasıydı.
---flashback----
az eşyalı şu salon.
kanepede oturmuşsunuz.
ayağının fotoğrafını çekiyor.
ev sahibi arkasını döndüğünde kaçamak birkaç öpücük.
günlerden, aylardan, yıllardan yaz.
birkaç saat önce de yaz yağmuru doğduğunuza pişman etmiş sizi Yıldız Parkı'nda
---flashback---
metrodaki başıboş paket aslında başıboş değildi, bir adam çıkagelip paketin başında dikilmeye başladı.
ne muntazam bir hayal kırıklığı yarappi!
nasıl ya! nasıl bomba olmaz?!
haberlere bile karar vermiştin.
kartal-kadıköy metrosundaki büyük patlama?
kimliği tanınmayacak hale gelen 22 yaşlarındaki kadın cesetin ne hikmetse müzik çaları oldukça tanınacak halde - son dinlediği şarkı Ne Zaman Gitti Tren.
mekanı cennet olsun, çok yazık olmuş.
---flashback---
beyefendinin sesi hayli etkili.
küçük birkaç araştırmadan sonra Mississipi Nehri'nde kaybolmadan hemen önce mırıldandığı, aklındaki tek şarkının "Whole Gotta Love" olduğunu öğreniyorum.
sonra da. boğulmuş işte.
gözlerim faltaşı gibi açılıyor.
ciddi etkileniyorum hikayeden. ölmeden hemen önce dinlediğim şarkıyı herkes bilsin istiyorum.
çünkü. vay canına ya..
---flashback---
9 dakika beklemiştin ya hani.
başıboş paketin sahibi, paketi kucakladığı gibi bindi metroya.
öyle pervasız bir paketin bomba olmaması imkansız.
büyük bir ihtimalle sonraki durakta patlayacak.
elbette ya!
tüm olay çözüme kavuştu.
9 dakika bekledin, o bomba patlayacak!
kafanı kaldırıp, güzegahın yazılı olduğu tabelaya baktın.
böyle detaylara bayılıyorsun.
bir sonraki durağın ismi "Ayrılık Çeşmesi"
BOM!
1 Kasım 2013 Cuma
22 Ekim 2013 Salı
25 Eylül 2013 Çarşamba
24 Eylül 2013 Salı
how to fight geekness
şu alemde beni en çok last.fm'in tasarımını değiştirmesi kahreder herhalde.
allaaaanı seven dokunmasın sitenin arayüzüne ya.
allaaaanı seven dokunmasın sitenin arayüzüne ya.
23 Eylül 2013 Pazartesi
anasının gözü fran
daha Travis ünlü değildi. hayli uzun zaman önceydi.
muhtemelen Fran Healy, istanbul'u görmek isteyen maceraperest bir turistti.
ekonomik olarak rahat bir nefes alabileceği, kendisi gibi göçmenlerin tercih ettiği Gülbağ semtinde ikamet ediyordu geçici bir süreliğine. esnafla konuşa şakalaşa, zencilerle otura kalka hayli hakim olmuştu türkçeye de.
sonbaharın kışa özendiği sabahlardan birinde, yağmur ani bir kararla selam çaktı; yokuş çıkarken Fran, önünde bir kadın iki de çocuk itişe kakışa yürüyorlardı.
kız çocuğu, hay aksi ki kumaştan beş paralık ayakkabıları sırılsıklam olmuş, damlalardan gözünü açamıyor.
annesi olacak kadına "YA SÖYLE YAĞMASIIIN" diye mızıklanıyor.
oğlan çocuğu haylaz tekmeler atıyor su birikintilerine, ölecek gibi eğleniyor.
anne iki çocuğu da idare etmeye çalışıyor, canından bezmiş.
kız çocuğu yüzünü döven yağmura iyiden iyiye bozuluyor. oğlan çocuğunun ne kadar mutlu olduğuna inanamıyor. dikkatlice inceliyor onu. tabii yaa!
"YA ANNEE ONUR'UN KAFASINA HİÇ YAĞMUR YAĞMIYO, NEDEN HEP BANA YAĞMUR YAĞIYO?"
Fran tabi çakal, Fran ilham aramaya gelmiş istanbul'a, gözleri çakmak çakmak sol anahtarı, çöküveriyor oracıkta pilavcının önünde, yazıyor minik kıvrık defterine.
diyor ki:
Why Does It Always Rain On Me?
18 Eylül 2013 Çarşamba
17 Eylül 2013 Salı
12 Eylül 2013 Perşembe
4 Ağustos 2013 Pazar
30 Mayıs 2013 Perşembe
2 Mayıs 2013 Perşembe
ne oldum dememeli...
osman beni telefonla en son Paolo Nutini konserinde arayıp Candy dinletmişti.
Aradan 1,5 yıl geçti.
osman az önce beni telefonla Justin Bieber konserinde arayıp Baby Baby dinletti.
26 Nisan 2013 Cuma
20 Nisan 2013 Cumartesi
Oh mon dieu..mü desem
Uyandığımdan beri aklıma Paris geliyor durup durup.
Hayatıma ait olamayacak kadar güzellikteki koca koca günler..
Bir daha asla yaşayamayacağım renkteki heyecan..
Güzel bir ağustos sabahı, taş yollara bakan odamın penceresini açıp kafamı çıkartıyorum.
Hemen karşımdaki cafe'nin garsonu gülumseyerek el sallıyor bana: "BONJOUR MADAME!"
Hararetle el sallıyorum tabii:
"BONJOUR MONSİEUR!"
Gözlerimi açıyorum.
Odamdayım.
Hayatıma ait olamayacak kadar güzellikteki koca koca günler..
Bir daha asla yaşayamayacağım renkteki heyecan..
Güzel bir ağustos sabahı, taş yollara bakan odamın penceresini açıp kafamı çıkartıyorum.
Hemen karşımdaki cafe'nin garsonu gülumseyerek el sallıyor bana: "BONJOUR MADAME!"
Hararetle el sallıyorum tabii:
"BONJOUR MONSİEUR!"
Gözlerimi açıyorum.
Odamdayım.
17 Nisan 2013 Çarşamba
Şu an içimde bir hoşluk var diyelim.
İçimdeki hoşluk da birinden ötürü diyelim.
O birine, tam şu an "içimdeki hoşluk senden kaynaklı" dememem ve bunu kendime saklamam fazlasıyla saçma.
Her gün binalar kirişlerinden sarsılıyor, her gün bir adam hatalı solluyor, her gün bir hücren kendini kanserliyor, her gün bir rögar kapağının üzerinden geçerken düşebileceğini düşünüyorsun,
E be dalyarak, neden işi şansa bırakıyorsun.
Konuşsana.
İçimdeki hoşluk da birinden ötürü diyelim.
O birine, tam şu an "içimdeki hoşluk senden kaynaklı" dememem ve bunu kendime saklamam fazlasıyla saçma.
Her gün binalar kirişlerinden sarsılıyor, her gün bir adam hatalı solluyor, her gün bir hücren kendini kanserliyor, her gün bir rögar kapağının üzerinden geçerken düşebileceğini düşünüyorsun,
E be dalyarak, neden işi şansa bırakıyorsun.
Konuşsana.
16 Nisan 2013 Salı
15 Nisan 2013 Pazartesi
25 Mart 2013 Pazartesi
oo beybi beybi itze vayyld vöörld
sabah 50 kuruşa plastik bardakta çay içtim.
sigaraya para vermedim, yanımdakinden tırtıkladım.
kilosu 0,59 kuruştan bir kilo patates aldım.
eve geldim.
patatesleri haşlayıp salata yaptım.
1 lira 9 kuruşla büyük işler başardığım bir günün daha sonuna geldik.
allah hepimizi muvaffak eylesin.
21 Mart 2013 Perşembe
20 Mart 2013 Çarşamba
kirli çamaşırlar hiçbir zaman bitmiyor. siyahları makinanın haznesine atıp, detarjanı koyup, başlatma düğmesinie bastığın an üzerindeki tişörtün siyah ve kirli olduğunu fark ediyorsun. çok geç, çok geç, hazne dönmeye başladı bile. periyodik olarak onca siyahın içinde minik bir kırmızılık görürsün yeterince uzun izlersen. ne demek istediğini klozeti seninki gibi çamaşır makinasının tam önünde pozisyonlandırılmış insanlar daha iyi anlayacaklardır. başlatma tuşu varsa, durdurma tuşu da vardır. tabii ya! durduma tuşu... durdurma... sentetik.. hassas...pamuklu...30 derece..narin...durdurma...tuş...tuş yok, tuş! çocukluğundan beri dalgınlıkla yaptığında veya yapmak zorunda kaldığında derin vicdan azaplarına sürüklendiğin çalışan bir elektronik aleti kapatmak yerine fişini çekmek eylemi. tam gaz heyecanla sana bir şeyler anlatan babanı odayı terk ederek aniden susturmaların gibi, makina, duruveriyor -babanın fişinin odanın bütünlüğüyle bir ilgisi olmalı-
hava eksi yirmi iki derece banyonuzda. tişörtünü çıkartıp lafını böldüğün için bozuk atan makinanın kapağını açıp... açılmıyor. "hasikiym!" mühendisler işlerini iyi biliyorlar. bir çamaşır makinasının kalbini kırmanın bedelleri var. üzerindeki siyah, kirli ve hiçbir zaman dinlemediğin şu grubun tişörtüne sonsuza kadar mahkum kalmak gibi. artık kimse sana sarılmayacak; sarılsalar bile eskisi gibi sırtını hafifçe ovalamayacak, çünkü pis kokuyorsun. yemeğini yalnız başına yiyip, sınıfta 1 metre yarıçapındaki boş bir dairenin merkezi haline geleceksin. sen ve sikik tişörtün. kokuyorsunuz.
sana doğru yürüyen eski bir arkadaşın kokuyu alır almaz yönünü değiştirip yürümeye devam etti.
peşinden gidip şöyle deseydin, her şey biraz daha katlanılabilir bir hal alacaktı:
"İnsanlar bana sırlarını verdi. Hepsi içimde, çıkamıyorlar, çürüyorlar. O yüzden kokuyorum. Çamaşır makinasıyla bir ilgisi yok."
hava eksi yirmi iki derece banyonuzda. tişörtünü çıkartıp lafını böldüğün için bozuk atan makinanın kapağını açıp... açılmıyor. "hasikiym!" mühendisler işlerini iyi biliyorlar. bir çamaşır makinasının kalbini kırmanın bedelleri var. üzerindeki siyah, kirli ve hiçbir zaman dinlemediğin şu grubun tişörtüne sonsuza kadar mahkum kalmak gibi. artık kimse sana sarılmayacak; sarılsalar bile eskisi gibi sırtını hafifçe ovalamayacak, çünkü pis kokuyorsun. yemeğini yalnız başına yiyip, sınıfta 1 metre yarıçapındaki boş bir dairenin merkezi haline geleceksin. sen ve sikik tişörtün. kokuyorsunuz.
sana doğru yürüyen eski bir arkadaşın kokuyu alır almaz yönünü değiştirip yürümeye devam etti.
peşinden gidip şöyle deseydin, her şey biraz daha katlanılabilir bir hal alacaktı:
"İnsanlar bana sırlarını verdi. Hepsi içimde, çıkamıyorlar, çürüyorlar. O yüzden kokuyorum. Çamaşır makinasıyla bir ilgisi yok."
15 Mart 2013 Cuma
17 Şubat 2013 Pazar
Arkama baktığımda kırmızı motosikletiyle ve başında kaskıyla beni takip ettiğini görebiliyordum. Önüme çıkan rampadan aşağıya indim, arabayı yakınlarda bir yere park ettim. Arabadan çıktığımda tekrar gözlerim onu aradı, yaklaşıyordu git gide ama arkasında bir araba dolusu uzak doğulu onu takip ediyordu. Bir şekilde onları ekmeyi becerir zaten, hep becerebilmişti böyle şeyleri. Bense hep saklanarak atlatmıştım tehlikeleri. Yanımdaki kimliksiz ve yüzsüz arkadaşımla birlikte pencerelerinde cam yerine muşamba, kapı yerine çapraz biçimde birleştirilmiş iki kalas kullanılan şu binaya doğru hareketlendik. İlginç bir biçimde etrafta herhangi bir hopörler olmamasına rağmen Tracy Chapman'dan Fast Car, rahatsız edici ama bir o kadar da samimi cızırtılarla tüm alanda yankılanıyordu. Bu durum beni hoşnut etti. Arkadaşıma baktım, ama onun yüzü olmadığı için bu konu hakkında neler hissettiğini tam çıkaramadım. Parçaların birleşme yerlerindeki çivilerin götünüzü acıtması süpriz olmayan sandalyelerimizi çekip; yıllların pisliğini, yemek artıklarını, sohbetlerini, kadeh tokuşturmalarını, cinayete teşebbüslerini, canına kastetmelerini bir bir barındıran tahta masaya dirseklerimizi koyup beklemeye başladık. Kırmızı kasklı arkadaşımız hala gelmemişti. Tam o anda arkasındaki uzak doğuluları atlatamamış olabileceği gerçeği yüzüme tokat gibi çarptı. Ruhu olmayan garson gelip sipariş almaya yeltenmeden önce ani bir hareketle masayı terk ederek kırmızı kasklı arkadaşımın izini sürmeye başladım. Binayı terk ettiğimde, yüzsüz arkadaşımla içeri girdikten sonra kapının yerini değiştirdiklerini fark etmiş oldum. Orospu çocukları! Binadan çıktığım yer arabamı park ettiğim rampalı yoldan tamamen farklıydı. Herhangi bir doğa numunesi göremeyeceğiniz göz alabildiğine toprak ve çalı çırpı dolu bir alanda etrafa bakındım çaresizce. Arkamı dönüp yüzsüz arkadaşımı ruhu olmayan garsondan kurtarmak için binaya yöneldiğimde, binanın yerinde yeller esiyordu. "Vay babasııı, çok ciddi boklar dönüyor cidden burda" Yapılacak bir şey kalmamıştı, anlatılana göre yüzsüz arkadaşımla her durumda zaten karşılaşacağımız şekilde planlanmıştı ilişkimiz. Üzüldüğüm şey kırmızı kasklı arkadaşımı benim yardımıma ihtiyacı varken yüz üstü bırakmış olmamdı. Şimdi bir güzel sevişmem gerekiyordu birileriyle. Hoşuma gitmeyen bir haberin kanalını değiştirir gibi arka planı değiştirdim birkaç kez. İzbe bir motel görene kadar durmadım. Yine aynı rahatsız edici ve samimi cızırtılarla Arctic Monkeys'ten 505 yankılanıyordu motelin koridorlarında. dar merdivenlerden 5. kata tırmandım. 505 numaralı odanın kapısını haftalardır orda kalıyormuşcasına bir aşinayla açtım. Biri bekliyordu. Kıyafetlerimi çıkarttım. Kıyafetlerini çıkarttı. Birkaç adım attım ona doğru. Birkaç adım attı bana doğru. Ensesinden tutup dudaklarına yapıştım. Ensemden tutup dudaklarıma yapıştı. Hay sikiym, oynamaktan bıkmamışlardı benimle. Kendimle sevişiyordum. "Hiç yoktan iyidir". Yataktan doğrulup tişörtümü geçirdim üzerime. Motel görevlilerinin sanırım aylar önce bıraktığı bayat bisküviyi musluk suyuyla mideme indirip odayı terk ettim. Motelin kapısını yine değiştirmişlerdi tabii ki, şimdi otobana açılıyordu kapı. Yapacak bir şey yoktu, yürümeye başladım. Bir yandan da bir sincap bulsaydım diyorum. Bir sincap bulsaydım ceplerimdeki ağırlıkları onun sırtına yüklerdim birazcık rahatlardım ama bunun düşünmemle birlikte yol kenarındaki "NE YAZIK Kİ SİNCAP ÇIKMAZ!" uyarı levhasını görmem bir oldu. Hasiktir ben hangi hayvanı istesem anında levhada o hayvanın çıkmayacağıyla ilgili bir uyarı levhası görecektim gerçi. Bu onların oyunuydu. Sıkılmıştım artık gerçekten de. O an yolun kenarında tekerlekleri hala düşmenin etkisiyle dönmekte olan bir kırmızı motosikletin yanıbaşında kanlar içinde kırmızı kasklı dostumun boylu boyunca uzanmakta olduğunu gördüm. Geç kalmıştım. Erkenden geç kalmıştım. Yanına gitmeyip tümden bu işi sonlandırmayı düşündüm ama yüzsüz arkadaşımın hala ortaya çıkmadığı gerçeği içimi kemirmeye başladı. Kırmızı kasklı arkadaşımın ölüp olmadığından emin değildim, belki yüzsüz arkadaşımla ilgili söyleyeceği birkaç son sözü olabilirdi. Temkinli biçimde yaklaştım ona. Yüzüstü yatıyordu. Omzundan tutup yüzünü kendime çevirdim. Yüzsüz Arkadaşım! Aman allahım ya! Manyaklar gibi gülmeye başladım. Elbette ki yüzsüz arkadaşım! Çünkü o beni her zaman bulmaya programlanmıştı.
Çok salaksınız, bu ayrıntıyı nasıl atladınız.
Çok salaksınız, bu ayrıntıyı nasıl atladınız.
15 Şubat 2013 Cuma
11 Şubat 2013 Pazartesi
7 Şubat 2013 Perşembe
31 Ocak 2013 Perşembe
30 Ocak 2013 Çarşamba
28 Ocak 2013 Pazartesi
25 Ocak 2013 Cuma
Bugün yolda yürürken kafama dev bir şey damladı. Yavasça alnıma süzülen şeyin sıcaklığı kafamda soru işaretlerine yol açtı. Yoo, bu bir su damlası değildi. Her ne kadar gönül kafama sıçan şeyin bir melek olduğuna inanmak istiyorduysa da, tahmin edebileceğiniz üzere kafamdaki bokun yeşil- sari tonları beni melekleri çok yanlış anladığımı düşünmeye itti.
Ve dostlarım, bir kuşun kafanıza sıçmasından daha kötü bir şey varsa o da bir kuşun kafanıza ve gözlüğünüze sıçmasıdır.
Yanlış anlamayın, bu ilk sıçılışım değil, birçoklarınız gibi birkaç kez yaşadığım bir hadise bu ama ne yalan söyleyeyim hiç 2 haftalık katliam gibi bir final döneminin son sınavının ardından tahliye edilmiş bir şekilde yaylana yaylana evime giderken yakalamamıştı beni sevimli kanatlı dostlarımız.
Sitemim bundandır.
Yoksa noolacak canım sonuçta bugün bana yarın onlara....
(yazar burda yerçekimine anlamsız bir meydan okuyor)
İçlerinizden bazılarınız daha ilk cümleden hikayenin sonunda loto oynayacağıma kendilerini inandırmış olabilir. O bazılarına iki çift lafım olacak: (ki iki çift lafın 4 laf ettiğini varsayarak)
PARAM YOK, PARAM YOK.
Ve dostlarım, bir kuşun kafanıza sıçmasından daha kötü bir şey varsa o da bir kuşun kafanıza ve gözlüğünüze sıçmasıdır.
Yanlış anlamayın, bu ilk sıçılışım değil, birçoklarınız gibi birkaç kez yaşadığım bir hadise bu ama ne yalan söyleyeyim hiç 2 haftalık katliam gibi bir final döneminin son sınavının ardından tahliye edilmiş bir şekilde yaylana yaylana evime giderken yakalamamıştı beni sevimli kanatlı dostlarımız.
Sitemim bundandır.
Yoksa noolacak canım sonuçta bugün bana yarın onlara....
(yazar burda yerçekimine anlamsız bir meydan okuyor)
İçlerinizden bazılarınız daha ilk cümleden hikayenin sonunda loto oynayacağıma kendilerini inandırmış olabilir. O bazılarına iki çift lafım olacak: (ki iki çift lafın 4 laf ettiğini varsayarak)
PARAM YOK, PARAM YOK.
22 Ocak 2013 Salı
12 Ocak 2013 Cumartesi
Hayallerim gerçekleştikten 2 dakika sonra ben
Az önce doğumgünü hediyem olan gıcır bir Canon 550D'nin siparişini ellerimle verdim.
Sonra annemin boynuna atılarak "Hayallerimi gerçekleştirdiğin için teşekkür ederim." dedim.
Duygusal bir sessizlik oldu.
Annem boğazını temizledi ve şöyle dedi:
"Hadi şimdi çöpleri dışarı çıkart."
Sonra annemin boynuna atılarak "Hayallerimi gerçekleştirdiğin için teşekkür ederim." dedim.
Duygusal bir sessizlik oldu.
Annem boğazını temizledi ve şöyle dedi:
"Hadi şimdi çöpleri dışarı çıkart."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)