mantıken zaten öyle olması gerekiyor ama.
normalden fazla bir biçimde şöyle hissediyorum: nerede değilsem orada yaşadıklarım çok uzakta kalıyor.
4 tane arkadaşımla stockholm'deyim. hep beraber nehirin üzerinden köprüde yürürken bisikletleriyle işe giden takım elbiseli gülümseyen sarışın insanlar, kaldırıma oturmuş dünyada duyduğum en temiz ve mavi seslerden biriyle kendi kendine şarkı söyleyen güzel iskandinav kadın...
"Merve? Gelmiyor musun?"
"Aaaaee.. Siz yürüyün ben yetişicem arkanızdan."
merve, yere eğiliyor, etrafa bakıyor, kimsenin izlemediğinden emin olduğunda ruhundan bisküvit böler gibi bir parça -kırarak böyle tam kenarından- bölüyor ve oraya gömüp, koşarak arkadaşlarına yetişiyor.
vilnius'tayız. bir nehir var, paçalarımı kıvırıp ortasına kadar giriyorum. bir kaya parçası bulup oturuyorum. yakıyorum önceden binbir emekle sardığım sigaramı. su buz gibi. etrafta alçak sesle sohbet edip şaraplarını biralarını içen gençler.
"Merve? Gelmiyor musun?"
"Immm... Bir saniyee.."
merve son bir nefes çekiyor sigarasından, etrafa bakıyor, ruhundan bir parçayı ucundan izmarite yapıştırıp nehrin en uzak noktasına nişan alıp....
paris'teyiz. gecenin bilmemkaçı. kaldırımlar taştan, dar bir sokak, samimi cafeler var sağımızda solumuzda, parça pinçik melodiler çalınıyor kulaklarımıza, elimde bir adamın eli, yalpalaya yalpalaya yürüyoruz. birkaç saniye önce yüzünde gezdirdiğim parmaklarımı duvarlara sürtüyorum bu kez. ruhuma zaman ayırıp onu bir yerlerinden ayırıp bir yerlere gömmeye fırsatım olmayacak kadar.. meşgulüm sevmekle o sıralar.
anladınız mı.
ben gittiğim her yere. sevdiğim her evin bir köşesine -saksısına, parke arasına, perde arkasına, kanepe altına- ruhumdan bir şeyler bıraktım.
elimde kalan az miktarda ruhun telaşındayım şimdi.
mümkün müdür.
hiç ev'den çıkmasam.
bir güzellik yapsanız bana?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder